Sayfalar

18 Ekim 2010 Pazartesi

Sansürler ve Yasaklar




Sansür derken aklımıza her şey gelebilir. Çünkü etrafımızdaki bazı şeyler sansürleniyor. Örneğin ben evdeki küçük kardeşlerime "Küçük Sırlar" dizisini kesinlikle yasakladım. "Gossip Girl" dizisinin Türkiye versiyonu olan bu dizi; ki bizim yaşam tarzımızla veya yaşama biçimimizle uzaktan yakından hiç bir alakası yok, özellikle ama özellikle gençlere hitap ediyor. Bu dizideki karakterler birbirlerinin sevgililerini çalıyor, anne babalarının arkasından fena işler çeviriyor, birbirlerinin kuyularını kazıyorlar. RTÜK bir çok şeyi yasaklayabiliyor ve sansürleyebiliyor ama maalesef oltasıyla doğru balığı yakalayamıyor bana göre. Bence hala balık tutmasını öğrenmeleri gerekiyor.


Bana göre "kesinlikle evet" bir şeyler uygunsuzsa yasaklanmalı veya sansürlenmeli. Ama bu tarz bir şeyi ezbere değil de uzunca bir değerlendirme sonucu yapmalısınız. Yani bunu yapabilecek yetkiye ya da bilgiye sahip insanlar olmalı. Elbetteki RTÜK' ün nasıl çalıştığını bilmiyorum ama sonuçlarını görebiliyorum. Bu da nereden çıktı şimdi, ben de kim oluyorum öyle değil mi? Ben şundan rahatsız oluyorum. Haberlerden...

Geçen gün haberleri açmış izliyorum. Küçük kardeşlerim de yanımda. Bir haber İspanya' daki boğa güreşlerini gösteriyor. Arenadan seyircilerin arasına dalan kızgın bir boğa boynuzuyla bir adama saldırıyor ve onu altına alıp boynuzluyor. Bunu da gayet net bir şekilde gösteriyorlar. Sonra da haberi sunan adam şöyle diyor. Boğanın boğazlayarak altına aldığı adam orada öldü. Evet aynen böyle söylüyordu. Bir filmi izlerken sigaralı bir sahne sansürlenir, ya da bir seks sahnesi kesilip atılır, eğer kanlı bir sahne varsa kanlı sahneler buzlanır. Üstelik bu film gecenin bilmem kaçında olursa olsun; o saatlerde hangi çocuk uyanık ve bunu izliyor merak ediyorum. Eğer bu sansürler sadece gençler için değil herkes içinse niye haberlerde yer alan böylesine korkunç bir şey sansürlenmiyor ya da en azından haberin öncesinde "Lütfen bu görüntüleri çocuklarınıza izletmeyin" denilip uyarıda bulunulmuyor. Çünkü o haberden sonra kardeşimin yüzüne baktım ve şaşkın bir şekilde ekrana bakarak bana yüksek sesle "Abi o adam mı ölmüş? Gerçekten mi?" dedi. Haberlerde bunun gibi bir sürü akılda çok kalıcı ve rahatsız edici görüntüleri paylaşıyorlar. 

Kusura bakmayın ama ben bile böyle bir haberi izlerken içim fena oluyor. Ama RTÜK sadece bir kurgudan ibaret olan bir filme ya da bir gösteriye tonlarca sansür uygulamaktan çekinmiyor. RTÜK çok iyi çalıştığını sanıyor ama yanılıyor. Sadece çok çalışıyor ama iyi çalıştığı anlamına gelmez bu. 

Sansür denilince akla elbette bir sürü şey geliyor. YouTube sansüründen size bahsetmeyeceğim çünkü bunun hakkında zaten yeterince fikriniz vardır. Zaten yeterince görüş bildirdi herkes bu konuda. Porno sitelerde yasaklanıyor ki bunu kesinlikle destekliyorum. Neden mi? Çünkü bir yetişkinin porno izlemesine değil seks yapmasına ihtiyacı vardır. Bunda utanılacak bir şey yok. Ama kusura bakmayın pornoyu desteklemiyorum. Çünkü her şeyin aşırısı zararlıdır bana göre. 


Dünya üzerinde sansürlenmemesi ve yasaklanmaması gereken tek bir şey varsa o da kesinlikle düşünceler, fikirler ve hayallerdir. Eğer bir fikir korkutucu ve rahatsız ediciyse kimsenin endişelenmesine ve bunu yasaklamasına gerek yok. Eğer böyle bir vaziyet varsa elbet bir de karşıt bir fikir doğacak ve her şey dengelenecektir. 

8 Ekim 2010 Cuma

Herkes Konuşmak İster

Öyle ya da böyle herkesin söylecek bir sözü vardır. Herkes bir şeyler bilse de bilmese de konuşup fikrini söylemek ister. Ama öyle bir söz var ki hiç konuşmayanlar dahi onu söylemek ister; konuya noktayı koyacak son sözdür o söz.  Bu insana kazanma hissini verir. Bu insana zeki olduğunu hissettirir.

İnsanımızla dalga geçiyoruz. Ona gülüyoruz ama o bir komedyen değil. Biz onu ciddiye almazsak o neden bizi ciddiye alıp dinlesin?

Bu ülkenin insanı aslında pek de konuşmuyor. Evet bundan kesinlikle eminim konuşmuyor. Ama bu konuşmak istemedikleri anlamına da gelmiyor. İnsanlar ne konuşabilirler ki? Ekonomik durumlarının ne kadar berbat olduklarından mı? Bundan bahsetmeye gerek yok çünkü her şey zaten ortada. Zaten bazıları bunu söylüyor bir de onun aynı şeyi söylemesinin manası olmadığını iyi biliyor. Savaşların kötü olduğundan mı bahsetmesi gerekiyor? Bunu söylemesine de gerek yok göstermesi yeterli olurdu elbette. İnsanlar artık hiç bir şey konuşmuyor. Konuştukları şeyler basit şeyler. Yüzeysel şeyler. On dakikalığına üstüne konuştuktan sonra hakkında konuşulacak bir şey kalmayan şeyler. Dedim ya insanlar konuşmuyor ama bu onların konuşmak istemedikleri anlamına gelmiyor. Öyle bir istiyorlar ki aslında; eğer bir şey sorarsanız onları durduramazsınız.

Cahil olmak başka bir şey. Ama başkasının zekasıyla alay etmek gerçek cahilliktir.

Çağımız çok hızlı değişiyor. Teknoloji, eğitim, siyaset, felsefe, din, yaşam tarzı, tercihler ve kültürler. Çok çalışan insanlar yaratıldı. Çok düşünenlerin yerini çok çalışanlar aldı. Ama hiç bir zaman konuşma isteklerini yitirmediler. Sadece fırsatları olmadı. İnsanlık dili keşfettiğinden beri hiç konuşmayı bırakmadı. Düşünen varlıklar olarak avlanmaktan, kaçmaktan hatta yaşamaktan daha fazlası lazımdı bize. Kendimizi ifade etmek. İstisnai olarak elbette kendini müziğiyle, resimleriyle, yazdıklarıyla ifade edenler de oldu elbet ama onlarda konuşmanın vazgeçilmez olduğunu biliyorlardı.
Pek kendisini beğenmesem de Sayın İbrahim Tatlıses' in güzel bir sözü var. "Urfa da Oxford vardı da biz mi okumadık" Çok yerinde özet bir söz.

Çok çalışan insanlar artık az şey konuşuyorlar. Neden mi? Tabi az şey düşünüyorlar. Az şey düşünmelerinin sebebi ise az şey bilmelerinden gelmekte. Buraya kadar nasıl geldim bilmiyorum ama internette izlediğim videolar beni bu konu hakkında daha da düşünmeye itti. Bu videoları sizinle paylaşıyorum ama bilin ki bunlar alay etmek ve kendimizi daha iyi hissetmek için değil. Bunlar insanların "Hey benim de söyleyeceklerim var!" demelerinden kaynaklanıyor. İnsanlar konuşmak istiyor. Televizyonda bu insanları alıp hiç cevaplayamayacağı sorular soran televizyoncuları ya da gazetecileri izlerken gülmekten dibimiz düşüyor. Kendi insanımızla dalga geçiyoruz. Eğitim sistemimizin berbat olduğunu biliyorum. Ben bunun neden olduğunu biliyorum. Gazetecinin sokakta durdurduğu insan da bunu biliyor. Ama bir farkla; ben sebebini biliyorum, o duyduğu için biliyor. Size sormak istiyorum en son 12 eylülde anayasa değişikliği için verdiğimiz oyun ne anlama geldiğini biliyor muyduk? Evet ya da hayır dedik. Ama bu maddeler nelerdi biliyor muyduk? İnsanlar için bu önemli değil. Şunu unutmayın eğer bir konu hakkında bir şey bilmezseniz bir fikrinizin olması da imkansızdır. O zaman ne yaparsınız. Etrafınıza bakarsınız. Onlar ne yapıyorsa siz de aynısını yaparsınız (belki de bu sürü psikolojisine bir örnektir). Ya da birisine sorarsınız sen ne yapacaksın diye " şöyle yapacağım " deyip aynı soruyu size sorduğu zaman ise vereceğiniz cevap onunkiyle aynı olacaktır "ben de şöyle yapacağım". Burada kaçırmamanız gereken bir nokta var eleştirdiğim konu kesinlikle referandumla ilgili değil. Anladıysanız artık devam edebilirim.




Daha çok okumuyoruz. Daha çok öğrenmiyoruz. Sadece daha çok çalışıyoruz ki devletimizin sunduğu koşullarla; bu belki devletin de elinde imkanları olmamasından kaynaklanıyor, daha da ve daha da çok çalışıyoruz. Yorulan bedenlerimiz artık dinlenmek istiyor ve su isteyecek mecali kalmıyor deyim yerindeyse. Bilmem dikkatinizi çekti mi bir şey bilmedikleri için bizler onları suçluyoruz. Cahil diyoruz. Cahillerle yapılan savaş kazanılmaz diyoruz. Buna kesinlikle katılıyorum o halde savaşmaya gerek yok demektir. Barışmak gerekiyor demektir; ortaklaşa çalışmak. Bunun size nasıl yapılacağını söylersem eğer kendi sınırımı aşmış olurum. O yüzden bundan bahsetmeyeceğim. O insanlara kitap okumasını mı öğütleyeceğiz; tabi ki hayır bu elbet bir iyi olurdu ama iyileştirme sürecini başlatmaya yetmezdi. Evet ağaç yaşken eğilir ama bu söze tamamiyle katılmıyorum.

Bir şeyler bilen, düşünen ve konuşan bir toplum yaratmak aslında çok kolaydır. Bu size zor gelmesin çünkü bunun size böyle gelmesinin sebebi bunu size böyle düşündürmeleri. Dedim ya eğer bir bilginiz yoksa duyduğunuza inanırsınız. Bunun hakkında bir şeyler bilmemeniz de gayet doğal. İnsanların böylesine kaybolmasının sebebi çarpık bir yönetim şeklinden başka bir şey değildir. Okumayı zorlaştıran, eğitimi parayla sunan, daha çok çalışmamıza sebep olan, daha az yaşamak zorunda bırakan, daha az vakit tanıyan, her gün daha karanlık bir gelecekle daha karamsar insanlar yaratan yönetim şeklimizdir. Yönetenler ve onların fikirleri. Bunun böyle olmasının sebebi nedir biliyor musunuz? Çünkü onlarda bilmiyorlar. Evet aynen öyle, onların da bir fikri yok, onlar da konuşuyorlar ama boş konuşuyorlar. Boş bir kafadan gelen seste maalesef boş olur ki bunu bir hakaret olarak değil mecazi anlamda ifade ediyorum. Daha çok şey bildiğimi sakın düşünmeyin. Öyle değilim; daha zeki ya da daha mantıklı değilim ve kesinlikle bunu ima etmiyorum bile. Sadece meraklıyım ve ben şanslıyım ki kendime bunun için zaman ayırabiliyorum. Kendime ayırdığım zamanı yitirdiğim zaman, daha çok çalışıp daha az düşünmeye başladığım zaman diğerleri gibi kafamı kuma gömüp devam edemiyorum. Umarım siz de paylaştığım bu videoları izlerken utanırsınız. Çünkü burada zaten hissedilmesi gereken duygu utanç ve kaygı olmalıdır.


Not: YouTube' den video izleyemeyenler internette Host dosyasına eklenecek "youtube ip leri" ve "google dns" i araştırıp bakabilir.

Apaçi Olmak ya da Apaçi Olmamak

Apaçi olmak ya da apaçi olmamak; işte bütün mesele bu. Aslına bakarsanız bu asıl mesele değil. Apaçiler; onlar her yerdeler. Bakkalın köşesinde, okul çıkışlarında, otobüslerde en arka beşlide, meydanlarda, disko önleri ve içlerinde, kafelerde, en fakir mahalleden en cafcaflı caddeye kadar her yerdeler. Onları bir bakışta tanıyabilirsiniz. Değişik şekilde abartılı olarak şekil verilmiş saçlar. Bağrı açık, atletsiz giyilen taklit marka tişörtler ve yırtık beyaz renkte kot pantolonlar. Varoş diye adlandırdığımız  bu insanların özlem duydukları  hayatı nedir?

Nasıl yaşıyor bu apaçi diye adlandırdığımız insanlar? Nasıl yaşıyorlar derken apaçilik nedir ya da ne değildir diye sormuyorum. Bu insanların aile ile ilişkileri nedir, okul yaşantıları, eğitim seviyeleri, gelecekten beklentileri, hayalleri nedir? Bunu öğrenebilmek için ancak onlara bizzat gidip sormak gerekir. Çünkü şu ana kadar konuşanlar hep etiketleyenler oldu. İsterdim ki elime bir mikrofon alayım ve sokak sokak gezip bu insanlara sorular sorup videoya çekeyim. Acaba onlar ne düşünüyorlar bu konuda, bu konudan ne kadar rahatsızlar. Açıkçası söylemek gerekirse Apaçi bir küfür halini aldı. Evet bir küfür gibi. Birbirine Apaçi diye hitap edip tartışan çocukları gördüm. Apaçi bir küçümseme ifadesi. Apaçiler elbette sütten çıkmış ak kaşık değiller. Ama biz onlara ne kadar doğru şekilde yaklaşıyoruz. Daha doğrusu bu konuya olan hassasiyetimiz nedir?

Apaçiler bizlere nasıl davranıyorlar?


Pek de iyi davranmıyorlar sanırım. Sözle taciz etme, gözle taciz etme onların kitabında var elbet. Kadın ya da erkek olmanız bir şey ifade etmiyor. Eğer bir kadınsanız size dişiliğinizden dolayı sözle ya da bakışlarıyla tacizde bulunurlar. Eğer bir erkekseniz kendilerini belki daha iyi hissetmek için ya da yeterince tatmin olmayan egolarını tatmin etmek için erkekliklerini gösterecek şekilde tacizde bulunurlar. Kadınların neyden ya da nasıl şeylerden hoşlandıkları onları ilgilendirmez. Sizin ondan hoşlanıp hoşlanmamanız onları gerçekten ilgilendirmez. Onların aslında tek aradıkları o an için sadece eğlencedir. Ama eğer yanlış bir sinyal verirseniz bunu kesinlikle değerlendirirler. Erkeklere de yolda omuz atma, bir adam yanlarından geçerken yüksek sesle kendi aralarında şakalaşma, eğer bir durakta oturuyorsanız hiç işleri olmamalarına rağmen anında oraya doluşma onların yaptıkları şeylerden bir kaçı sadece. Gördüğüm kadarıyla ki bunların hepsi benim kişisel fikrim, hiç de bağışlanacak davranışlarda bulunmuyorlar. Bu insanlar ellerinden geldiğince sert görünmeye çalışıyorlar, ellerinden geldiğince ben de iyiyim; ben de varım demeye çalışıyorlar. Dış dünyaya böyle davranırken (kendi yaşadıkları çevrenin dışına, ya da tanımadığı insanlara ) kendi çevrelerinde daha farklı davranıyorlar. Kendi çevrelerine ve tanıdığı insanlara katı kuralları olan bu insanlar ki bu insanlar bu kuralları kendileri koyuyorlar. ( Mahalleden bir kıza yan bakılmaz, büyüklere saygısızlık edilmez. O mahallenin abisidir bir şey denilmez. ) Ama anlaşılan o ki kendi kurallarından bunalan bu insanlar dışarıda bu bastırdıkları insanı yaşıyorlar. Buraya kadar doğru tespitlerde bulunduğuma eminim. Ama sonuçta bunların hepsi benim kişisel görüşlerim ve bu yüzden hiç bir bilimsellik ve genel geçerlilik de içermiyorlar.

Apaçilerin giyinişleri, dansları, sevdikleri şeyler nedir?

Şunu tekrar etmem de fayda var ki o insanları Apaçi diye isimlendirmek kulağa hiç de hoş gelmiyor. Ama bu isim dışında onları "onlar" yapan bazı şeyler var. Giyimleri. Aslına bakarsanız ben hiç marka giyenen bir insan değilim. Bu yüzden bir ürünün taklit olup olmadığını bilmem. Genellikle giyindiğim şey ya gömlek, kazak, tişört, pantolon ve eşofmandır. Kundura tarzı ayakkabıları da sevmem, tercihim spor ayakkabılardır. Anlayacağınız ne param var marka için ne de merakım. Tek derdim rahat olsun, üstüme uysundur. Ama bu insanlar bu lükse özeniyorlar ve özendiriliyorlar. Ekonomik durumları olmayan bu insanlar elindeki imkanlar aracılığıyla bu açığı kapatmaya çalışıyorlar. Bunun arkasında hor görülmek mi var bilmiyorum. Ya da bunun arkasında çevreye uyum sağlama mı var onu da bilemiyorum. Emin olduğum tek şey var ki o da onların kabaca çakma göründükleri. Yani taklit yaşamaları. Taklit ediyorlar ve bunu yapabilmek için kendileriyle savaşıyorlar. Özendikleri şeyle kendi kişiliklerini sentezleyip yaşamaya çalışıyorlar. Jöleli saçlar, garip tişörtler ve pantolonlar, pantolonlarında asılı duran abartılı zincirleri ve diğer takıları. Onların dış görünüşünü oluşturdukları kıyafetleri bunlar.

Bizler onlara nasıl davranıyoruz?


Aslına bakarsanız öncelikli sormamız gereken soru biz onlara bu oluşumdan önce nasıl davrandık, onları bu hale nasıl soktuk? Öncesinde kıro diye adlandırdık belki onları. Ama şimdi onlar Apaçi olarak karşımıza çıktılar. Onlara bakımlı olmayı öğrettik. Saçları jölelemek, takılar takmak. Eğer bundan bir kaç sene önce bir erkek yolda küpeyle yürüseydi eminim tekme tokat döverlerdi. Ama şimdi onlar küpe takıyorlar. Eğer uzun saçlı bir erkek yolda yürüseydi "karı mısın lan sen, i.ne!" diye hakaret edip tartaklarlardı. Ama şimdi onlar saçlarını enterasan şekillere sokuyorlar. Yani ortada bir tezatlık var. Bunun sebebi acaba hazmedememek mi? Yoksa eğitimde eksiklik mi? Ailelerin suçu mu? Sosyal statü mü? Kendilerini görmek istedikleri yer arayışı mı? Kişilik bunalımı mı? Aslında saydıklarımın hepsinin etkisi var. Onlara daha iyi giyinimli insanların daha iyi olduğu izlenimini verdik belki de. Ama onlar kendi standartlarının dışına çıkmaya çalışıyorlar. Bu standardın dışına çıkmak için ellerinde olmayan imkanları kullanmaya çalışıyorlar. Bunu da alternatif bularak yapıyorlar. Daha ucuz giysiler ve takılar gibi. Görgüsüzlükleri onların boşverilmiş olduklarından kaynaklanıyor. Öğretmenleri, aileleri onları belki de yeteri kadar önemsemediler. Belki de örnek alacakları bir model bulamadılar. Kendilerine edindikleri model zaten ortada. Öğretmenleri onlara ulaşmak için yeteri kadar çabalamadılar mı? Aileleri "senden bi şey olmaz, seni şunun yanına vericem, okul bitince burda çalışacaksın şunu yapacaksın, okuyunca ne olacaksın" mı dediler? Devletin de bunda suçu var mıdır acaba. Genel olarak gençlere yeterli imkanları vermedikleri için.

Öyle ya da böyle biz onları Apaçi diye sınıflarken aynı zamanda onları aramızdan daha da itiyoruz. Bunun bir çıkış yolu var mı gerçekten emin değilim. Ben ne bir eğitimciyim ne de bir bilim adamı. Ben sadece bir düşünceyim ve bir ses haline büründüm o kadar. İnternette Apaçi hakkında bir sürü yazı ve görsel bulabilirsiniz. Direkt Apaçilere gösterilen tepkileri görmek istiyorsanız itü sözlüğe ve ekşi sözlüğe bakabilirsiniz.  Bunlar size bu konu hakkında fikirler verebilir. Ama yorumu tamamen size ait olacaktır. Bunun bir oluşum süreci olduğunu ve geçici olacağını biliyorum.  Umarım sonu hüsranla bitmez. Bu yazı da zaten alaycı bir içerğie sahip değildi ve gayet açık bir şekilde her düşüncemi yazdım. Umarım başkaları da bu konu hakkında benim gibi alternatif düşünüyordur. Kendi insanımızdan korkmayalım, ondan nefret etmeyelim.

6 Ekim 2010 Çarşamba

Ben giderim JUPİterSİNE

Ne olacağı ya da ne olmayacağını bilemiyorum. Sadece yazıyorum ve öyle davranıyorum. Yazıyormuş gibi... Herkesin daha çok ifade özgürlüğüne katıldığı için bu blogu yazıyorum. Buna inandığı için Sayın Başbakanımız.. O' na kesinlikle katılıyorum. Madem daha çok ifade özgürlüğü ki gerçekten katılıyorum buna. O zaman ben de duruşumu gösteriyorum burada.. ama bir farkla..

Herkes gider Mersin' e, ben giderim Jupitersine...

Popüler Yayınlar